1. Sialuliu (şoley) Üniversitesi’nin giriş kapısında Türk grubu olarak “Hoş geldin Partisi” için bir aradayız.
Otantik yemekleri olan Cepelinai (sepeleni), dışı patates ezmesi, içinde beyaz peynir ya da et olan, bizim içli köfteye benzeyen bir yemeğin sunulduğu bir restorandayız.
Vilniaus Caddesi’nin tam köşesinde, en sevdiğim yer olan bir kafe-restorandayız. Şehrin en önemli müzelerinden bir tanesi olan bisiklet müzesinin önündeyim.
İtalyan usulü yemek ve kahvelerin, şarapların sunulduğu diğer bir kafe bardayız. Şehrin sembolü olan Katedralin girişinde, burada çok meşhur olan ağaç işlemeciliğinin en güzel örneklerinden biri; İsa figürü. Şehrin diğer bir sembolü haline getirilmeye çalışılan, Talksa gölünün kenarında bulunan gümüş renkli kurbağa maskotun önünde.
Aynı gölün kenarındaki geniş alanda Altın Çocuk heykeli önünde. Altın Çocuk heykelinin elinde bir ok var ve o ok, güneşi gösteriyor. Güneş ne yöne dönerse, ok da o yönde hareket ediyor.
Vilnius’a hep birlikte giderken uğradığımız Trakai Kalesi ve Müzesi’ni ziyaret ederken. Galve Köyü kenarındaki bir yarım adaya inşa edilmiş olan bu yer, turistlerin hücum ettiği bir cazibe merkezi.
Trakai Kalesi’nin içinde sevgili Ferhan’la birlikte. Trakai’de yaşayan, altmış kişi civarındaki Musevi Türkler, Kıbınlar'ın (Kybyn) restoranının önündeyiz. Meşhur içkileri Karaimu içtik ve çibörek yedik.
Vilnius’un merkezi olan Katedral Meydanında Anadolu Üniversitesi’nden arkadaşlarımızla birlikteyiz.
Vilnius Üniversitesi’nin dillere destan olan kütüphanesinin kapısı önünde. Kapıda çok ilginç motifler yer alıyor.
Barok tarzı, kırmızı tuğladan yapılmış yanyana iki kilise, St. Peter ve St. Paul.
50 binden fazla haçın her türlüsünün bulunduğu Haçlar Tepesi’ndeyiz.
Gezinin bu kısmında, yaşları bir asrı geçen ahşap evlerden oluşan tipik bir köye gittik. Köyün önündeki ahşap işçiliğini gösteren kartalın yanındayım.
Litvanya'nın eski zenginlerinden birinin şato gibi evini ve akıl almaz bahçesini ziyaret ederken...
Bir minibüs kiralayıp ekip olarak Letonya’yı bir günlüğüne ziyaret ettik. Riga; kaldığımız yere 130 km mesafede. Old Town’ı görülmeye değer. Merkezde bulunan 12.yy yapımı Dome Katedrali bakımda.
Meydandan etrafa bakınca rüya kenti gibi. Riga, “çiçekler arasında” ya da “parklar içinde” bir şehir olarak adlandırılıyor. Şehrin sembolü ise "kara kedi". Her yerde bir kara kedi figürü karşınıza çıkıyor.
Genç girişimcilerin sürdüğü iki kişilik bisiklet ile Elisabeth ve Albert Caddelerine gittik. Art Nouveau eserleriyle dolu iki meşhur cadde. Bunların çoğu elçilik binası olarak kullanılıyor.
Klasikleşen kafe-pastane Black Magic önünde sıra beklerken ve içeride en sonunda kahvemizle harika pastamızı yerken.
Belediye binası olarak kullanılan, ihtişamıyla göz dolduran Town Hall’un önündeyiz.
Riga’yı ikiye bölen Daugava Nehri’nin meşhur köprülerinden birinin manzarası önündeyiz.
Üniversite'nin dünyanın her tarafından gelen çiçek ve bitkilerle oluşturulan botanik bahçesinde verilen veda pikniğindeyiz.
Porto’da kaldığım otelin karşısında bir aile işletmesi olan balık restoranında bana her akşam nefis şaraplar eşliğinde değişik balıklar öneren sevgili Pinto ile birlikte bir resmimiz...
Nehrin karşı kıyısı Gaia'da bulunan şarap mahzenleri ve isimleri...
Eiffel tarafından çelikten yapılan ve 1886 yılından bu yana hizmet veren Porto simgesi meşhur Dom Luis köprüsü...
Porto’nun meşhur şarap mahzenlerinden biri olan Caves Calem’de Porto şaraplarını yerel müzik Fado eşliğinde tadarken...
Riberia'daki St. Francis Monument kilisesi: İhtişamlı bir ağaç oyma sanatının şaheseri.
---------------------------------------------------------------------------------
Sevgili dostlar,
Uzun zamandır düşündüğümüz, ancak 2011 yılı Şubat ayının 3 ile 11’i arası gerçekleştirebildiğimiz Küba seyahatinin fotoğraflarının bazılarını sizlerle paylaşıyorum.
Yorgun, yoksul ve yıpranmış ama mutlu insanların yaşadığı, dans, müzik ve ihtilaller ülkesi olan Küba’ya 23 saati aşan bir yolculuktan sonra varabildik. Havana’nın Miramar semtinde bulunan Occidental Hotel’e gece vardığımızda yorgunduk; ancak, odamıza yerleştikten sonra lobiden gelen canlı Küba müziğini dinlemek için hemen aşağı indik. Altı genç bayandan kurulu ‘Las Chikas del Sol’ grubunu dinlemeye ve müzik eşliğinde dans etmeye başladık. Hiç şüphesiz içki olarak ilk mojitomuz yanımızdaydı.
Küba'nın enfes kokteyllerinden biri olan 'mojito'nun tarifini sizlerle paylaşmak istiyorum: Taze nane, bir kaşık bal veya esmer şeker ile birlikte tahta kaşık ile ezilerek birbirine yedirilir. Rom, limon suyu, tercihen acı limon (lime) ve maden suyu eklenir. Soğuk olarak (istenirse buz konarak) servis edilir.
Ertesi gün Havana şehir turuna başladık. Devrim Meydanı göreceklerimiz arasında ön sıralardaydı. 1 Mayıs törenleri ve Fidel Castro’nun Küba halkına canlı konuşmaları bu meydanda gerçekleştiriliyormuş.
Meydanın kenarında Coco taksiler turistlere hizmet etmek için bekliyorlar. İsmini, hindistan cevizinden (coconut) alan bu ulaşım aracının yanında diğer ulaşım araçları, bisiitaksiler olarak adlandırılan üç tekerlekli bisikletler ve çoğunluğu 1950 ve 60lı yıllardan kalan ve Küba’nın sembolleri arasında yer alan Amerikan arabalarıdır.
Tura katılanlarla 6 coco taksi kiralayıp, Malecon adlı 8 km uzunluğundaki ve insanların buluştuğu, vakit geçirdiği sahil şeridi olan kordon boyundan geçerek Havana'da bir şehir turu yaptık. Herbiri sanat eseri olan mezarların bulunduğu meşhur mezarlığı ziyaret edebilme olanağı bulduk. Bol bol mazot kokusu solumamıza rağmen buna değdi.
Ferhan Coco taksi içerisindebenim fotoğrafımı çekerken dostlarımızdan Hüseyin Bey de bu anı yakalamış...
Devrim meydanındayız. Gri mermerden
Jose Martin'nin pek resmine ve hediyelik eşyasına rastlamadık. Castro'nun da yok. Sorduğumuzda evlerde daha fazla olduğu söylendi. Che ise, aklınıza gelebilecek her yerde var.
Devrim Müzesi, Merkez Park, Parlamento Binası gibi yerlerden sonra Katedral Meydanı’ndayız. Yerel giysiler içerisinde fotoğraf çektirmek için bekleyenlerden en tipik olabileceğine inandığım bir Kübalı ile resim çektirdim.
Rom ve puro fabrikalarını ziyaretten sonra yolda park etmiş güzel bir Amerikan arabası ile hatıram olsun istedim.
Havana’da Fuar Alanı olarak bilinen ve hediyelik eşya satışının yapıldığı yerin girişinde eskiden şeker kamışının taşımasında kullanılmış olan trenin lokomotifinin önünde.
Havana’nın en güzel ve canlı caddelerinden biri olan Calle Obispo’da Ernest Hemingway’ın gittiği ve heykelinin bulunduğu barda mojito içerken...
Ferhan ve ben, Kübalı ressamlar tarafından yapılmış deniz kabuğu'ndan dinozorlara ve oradan insana geçişi anlatan resimlerin önündeyiz.
Tütün ve puro üretim merkezi olan Pinar Del Rio ve Vinales turunda mağara içini ve doğal gölü bot ile geçerken Küba’dan aldığım hasır şapka ile bizden sonrakileri selamlıyorum...
Vinales’teki
Ziyaret ettiğimiz rüstik çatılı tütün kurutma evlerinin bolca görüldüğü bir tütün tarlasını ziyaretimizde, ev sahibinin Küba’da meşhur olan sallanan koltuğundaki keyifli anlarım...
Montemar Park’ta Castro tarafından korumaya alınarak timsahların üretilmesine ve ziyaretine açılan timsah çiftliğindeyiz.
Hızlı bot ile yerlilerin yaşadığı hazine adasına giderken... Adını İspanyol istilası sırasında yerlilerin hazinelerini bu göle atarak saklamasından alıyor. Ancak İspanyollar yerlileri konuşturarak hazineleri buluyorlar. Adada yerli yaşamı anlatan bir iki kulübe var. Gezimizde, sadece o bölgedeki yerliller tarafından daha sert içimi olan yapılan geleneksel Stantero Rom'lu kokteyli içtik.
Yeri gelmişken değinelim; devrimden sonra ülkeyi terk eden Bacardi ailesi tarafından bulunan ve şeker kamışı suyundan yapılan rom içkisinin, 4-5 aylık iken kokteylerde kullanılması, 3-5-7 yıllıkları artık konyak haline geldiğinden tek başlarına içilmesi önerilir.
Şimdilerde şehir kulübü olarak kullanılan koloni döneminden kalma binada hizmet veren Cienfuegos isimli restoranda öğle yemeği yemeden önce.
Gezdiğimiz altı şehirden birinde yer alan ve Küba'nın yedi limanından biri olan şeker ihraç merkezi Cienfuego Bölgesi’nde harika manzarası ile Palacio De Vale (De Vale Sarayı) önünde.
Cienfuegos’taki tarihi Tomas Terry Tiyatrosu’nun önündeki parkta sempatik ve gururlu iki bayan ile birlikteyiz...
Güzel ve romantik Trinidad kentinde, hediyelik alışverişimizin arasında bizi evine davet eden nazik Kübalı bayanın evindeyiz.
İşte Trinidad’ın meşhur dans okulu Casa Musica 'nın önündeki büyük meydanda Ferhan ile çoşkulu orkestra eşliğinde salsa yapmaya çalışırken...
Trinidad’da CanChanChara içmeye gittiğimiz yerdeki puro yapıp satan Carlos bana puro ikram ederken...
Size çok güzel bir adı ve tadı olan, rom ile yapılan CanChanChara (kançançara) kokteylinin tarifini veriyorum: Doğal limon suyu, istediğiniz miktarda rom, bal, maden suyu ve az miktarda kırılmış buz, toprak bir bardak içinde ince tahta kaşık ile karıştırılarak servis edilir.
Che’nin ve arkadaşlarının mezarlarının bulunduğu anıt mezarın önündeyiz. Anıt mezarların ön cephesinde 14 sağda, 14 de solda olmak üzere 28 adet palmiye ağacı, tam arka tarafında ise 67 adet palmiye ağacı, doğum ve ölüm tarihlerini belirleyecek şekilde dikili bulunmaktadır.
Santa Clara Komünist Partisi binası önünde elinde küçük bir çocuğu özgürlüğe taşıyan Che heykeli.
Havana’ya iki saat mesafede, sol elin işaret parmağı biçiminde bir yarım ada olan Varadero'da, turkuaz renkli denizi ve beyaz kumlarıyla meşhur olan sahilde Ferhan ve ben...
Üstü açık gezi otobüsü ile şimdi restoran olarak kullanılan Alcapon’ın evini, DuPont ailesinin şimdi otel olarak kullanılan evini, karşı tarafta Don Kişot adlı güzel bir yel değirmeninin bahçesinde bulunan çok lüks bir İspanyol restoranını gördük. Lüks, temiz ve pahalı golf resort otellerinin arasında Amerikan Plaza adlı iklime uygun, yatay inşa edilmiş yarı açık alışveriş merkezini gördük.
Varadero’da oteldeki yemek sırasında müzik yapan Kübalı müzisyenlerle birlikteyiz. Gündüz barmenin tarifini verdiği iki güzel kokteylin tarifini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Cuba Libre: Kola, esmer şeker, limon suyu, rom, kırılmış buz karıştırılarak martini bardağı ile servis edilir.
Daiquiri: Esmer şeker, rom, limon suyu, ananas likörü, maden suyu, ince kırılmış buz karıştırılarak martini bardağında servis edilir.
En eski yerleşim yerlerinden biri olan Vinares manzarası...
Son gece sevgili rehberimiz Tülin Uğurlu bizi haberdar ettiğinde havalara uçtuğumuz ve Amerikan Plaza’da canlı olarak dinlediğimiz Buena Vista Social Club’ın müthiş konserinin hatırası. Seyircileri çoğunlukla Kanada olmak üzere, Kolombiya, Şili, Meksika, Fransa ve İspanya’dan gelen kişiler oluşturuyordu.
Buradaki Pina Colado’nun tarifini sizlerle paylaşmak istiyorum: ananas, hindistan cevizi suyu, süt, esmer şeker ve rom güzelce karıştırılarak içilir. İstenirse az miktarda içine kırık buz parçaları atılabilir.
Müzik ve dansla kendi iç dünyasını yansıtan, yüksek dayanma gücünü bunlardan alan ve geçmişi günümüze taşıyan Küba ve halkını gönlümüzde her zaman taşıyacak bir anı ile yolculuğumuzu bitirdik.
-------------------------------------------------------------------------------- Dağınık masamın arkasında çalışan ben. Sevdiklerim ve ben.Dostlarla birlikte (Benim piyano çalmamı dinlemeye zorlarken)
Bursa Pazarlama Zirvesi sonrasında İş&Güç Dergisi için poz verirken.
İzmir Ulusal Reklam Sempozyumu (20-21 Mart 2003)
3 Mayıs 2007 tarihinde 4. Satış Zirvesi’nde “Kilit Müşteri Yönetimi” sunumunu yaparken.
2006 yazında 17 günlük Güney Avrupa turundan görüntüler:
Venedik’te Ağustos ayının sıcağına rağmen kanallardayız.
Salvador Dali müzesi önünde, İspanya.
Monaco Kraliyet Sarayı’nın önündeki alandan marinaya bakıyoruz. Arkada, Aziz Atatürk’ün yatı Savarona demirli.
Gondol sefası öncesi, Venedik-İtalya.
Gondol sahibi sevgili Fabio kıyıya bizi almaya yanaşırken, Venedik-İtalya.İtalya’dan Yunanistan’a geçerken feribot güvertesinde denizi seyrederken.
Corinthia Kanalı'nda kızlarım Sanem ve Özüm güvertede. Aybastı Festival Resimleri (02-03 Temmuz 2007) 2008 Yazı - Kolesterol Kaçamakları
Ailemle birlikte.
2008 Ramazan Bayramında Şirince
Ferhan'la uzun zamandır düşündüğümüz Balkan Turu'nu 17-24 Ekim 2009'da gerçekleştirdik. Beş Balkan ülkesini gezdiğimiz bu keyifli gezinin fotoğraflarını sizlerle paylaşmak istedim.
Saraybosna'da Bosna-Hersek'in ilk cumhurbaşkanı olan Ali İzzet Begoviç'in mezarının önündeyiz. Söylendiğine göre cenaze törenine dünyanın dört bir yanından gelen 1 milyon kişi katılmış.
Mezarlığın tam karşısındaki çiçekçinin önündeyiz.
Saraybosna'da Boşnak börekçisinde kıymalı-peynirli böreklerimizi ve Boşnak mantımızı beklerken.
Gezinin ikinci gününde Mostar Köprüsü önündeyiz.
Dubrovnik Kalesi içinde sabahları kurulan pazar yerine yakın bir kafede kahvelerimizi içerken.
Kosova'dan sonra en genç devletlerden birisi olan Karadağ (Montenegro) sahil kenti Budvar'da kale içindeki eski kilise önünde.
Birinci Kosova Savaşı'nda hançerlenerek öldürülen I. Murad'ın türbesi önünde, bu türbenin 400 yıldır bakımını ve korumasını sağlayan ailenin kalan üyesi ile birlikteyiz.
Bu gezi sırasında, büyük kızım Özüm'ün küçükken iç savaştan etkilenerek Kosova'yı hiç görmeden yazdığı bir şiiri de buradan paylaşmak istedim.
Kosova'lı bir çocuk var ta uzakta
Onu görüyorum
Hissediyorum yüreğindeki acıları
Biliyorum onun orada olduğunu
Korkuyor karanlıktan
Kosovalı bir çocuk var ta uzakta
Biliyorum onun orada olduğunu
Okuyorum aklından geçenleri
Üzülmemek elde değil
Çünkü seviyor yaşamayı
Üsküp'ü ikiye bölen Vardar Nehri üzerine Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan taş köprü önündeyiz. Bu vesileyle, Yahya Kemal Beyatlı'nın da Üsküp'le ilgili bir şiirini sizlere hatırlatmak istedim.
Kaybolan Şehir
Üsküp ki Yıldırım Beyazıd Han diyarıdır,
Evlad-ı Fatihan'a onun yadigarıdır.
Firuze kubbelerle bizim şehrimizdi o,
Yalnız bizimdi, çehre ve ruhiyle biz'di o.
Üsküp ki Şar-dağ'ında devamıydı Bursa'nın,
Bir lale bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.
Üç şanlı harbin arş'a asılmış silahları,
Parlardı yaşlı gözlere bayram sabahları.
Ben girmeden hayatı şafaklandıran çağa,
Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa.
İsa Bey'in fetihte açılmış mezarlığı,
Hulyama ahiret gibi nakşetti varlığı.
Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin
Üsküp bizim değil? Bunu duydum için için.
Kalbimde bir hayali kalıp kaybolan şehir!
Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir!
Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.
Yahya Kemal Beyatlı
Rumeli Gecesinde gruptaki diğer arkadaşlarla birlikte Balkan müzikleri eşliğinde eğlenirken.
Muhteşem iç ve dış süslemeleriyle Alaca Camii (Makedonya) içindeyiz.
Kalkandelen'de Bektaşi Harabati Baba Tekkesi'nde Baba Mondi ile birlikte.
Manastır'ın ortasında var bir havuz Bu yurdun kızlarının hepsi de yavuz Manastır'ın ortasında var bir çeşme Bu yurdun kızlarının hepsi de seçme. Şiirde söz edilen havuz ve çeşme aşağıdaki fotoğraftaki havuz ve çeşme. Manastır'da Atatürk'ün geçişini pencere ve palkonundan izleyen Eleni'nin evi fotoğrafta yer alan sarı bina. Şimdi müze olarak kullanılan, Atatürk'ün mezun olduğu Askeri İdadi. İttihat ve Terakki'nin en ünlü 3 simasından biri olan Fransız hayranı Resne'li Niyazi'nin Versailles Sarayı'nın küçük bir modeli olarak yaptırdığı saray.
3 yorum:
Sevgili Hocam,
memleketimden manzaraları keyifle izledim, çok güzeldi. Umarım birlikte yine gideriz.
Teşekkürler sevgili İbrahim,
Ben de dört gözle buraları seninle birlikte tekrardan gezmeyi bekliyorum.
Merhaba,ilk kez bloğunuza girdim.Meğer ben sizi çok özlemişim...Ankara'ya gelsenize;misafirim olun,bahçede balık-rakı yaparız.Bunu tüm samimiyetimle söylüyorum.Hem yeni bir tatil planı yaparız.Sizinle seyehat etmek çok keyifli.Hepinizi özlemle öpüyorum,görüşmek ümidiyle...
Yorum Gönder