25 Ekim 2007 Perşembe

FOTOĞRAFLARIM

Erasmus Yoğunlaştırılmış Program kapsamında "Doctoral Studies in Research Methodologies" isimli çalıştay, 17 Temmuz 2012 ile 30 temmuz 2012 tarihleri arasında, Litvanya’da bulunan Siauliai Üniversitesi’nde gerçekleştirildi.

İngiltere, İtalya, Litvanya, Finlandiya'dan farklı üniversitelerin ve Türkiye’den de Anadolu Üniversitesi öğretim üyelerinin ve her üniversiteden 10 doktora öğrencisinin katıldığı program, başarı ile tamamlandı. Doç.Dr. Atilla Cavkaytar koordinasyonunda gerçekleştirilen bu verimli ve keyifli programda emeği geçen herkese buradan da teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Program süresince çekmiş olduğum fotoğraflarımı sizlerle paylaşarak o güzel havayı sizlere de hissettirebilmeyi dilerim. Esenlik ve sevgiyle.

1. Sialuliu (şoley) Üniversitesi’nin giriş kapısında Türk grubu olarak “Hoş geldin Partisi” için bir aradayız.

Önce Litvanya halk dansları gösterisi yapıldı. Her ülke, kendi özel yiyeceklerinden masalarda sunumlarda bulundu. Biz lokum, kuruyemiş sunduk. İngilizler, çay, İtalyanlar parmesan peyniri, Litvanyalılar siyah ekmek ve ondan yapılan Gira içeceğini sundu. Şarkılar söylendikten sonra bizim ekip çayda çıra oynadı. Gece 11’de hava karardı. Şehrin en işlek ve merkezi yeri olan Vilniaus Caddesi’nde Ferhan ile birlikteyiz.
Otantik yemekleri olan Cepelinai (sepeleni), dışı patates ezmesi, içinde beyaz peynir ya da et olan, bizim içli köfteye benzeyen bir yemeğin sunulduğu bir restorandayız.
Vilniaus Caddesi’nin tam köşesinde, en sevdiğim yer olan bir kafe-restorandayız. Şehrin en önemli müzelerinden bir tanesi olan bisiklet müzesinin önündeyim.
İtalyan usulü yemek ve kahvelerin, şarapların sunulduğu diğer bir kafe bardayız. Şehrin sembolü olan Katedralin girişinde, burada çok meşhur olan ağaç işlemeciliğinin en güzel örneklerinden biri; İsa figürü. Şehrin diğer bir sembolü haline getirilmeye çalışılan, Talksa gölünün kenarında bulunan gümüş renkli kurbağa maskotun önünde.
Aynı gölün kenarındaki geniş alanda Altın Çocuk heykeli önünde. Altın Çocuk heykelinin elinde bir ok var ve o ok, güneşi gösteriyor. Güneş ne yöne dönerse, ok da o yönde hareket ediyor.
Vilnius’a hep birlikte giderken uğradığımız Trakai Kalesi ve Müzesi’ni ziyaret ederken. Galve Köyü kenarındaki bir yarım adaya inşa edilmiş olan bu yer, turistlerin hücum ettiği bir cazibe merkezi.
Trakai Kalesi’nin içinde sevgili Ferhan’la birlikte. Trakai’de yaşayan, altmış kişi civarındaki Musevi Türkler, Kıbınlar'ın (Kybyn) restoranının önündeyiz. Meşhur içkileri Karaimu içtik ve çibörek yedik.
Vilnius’un merkezi olan Katedral Meydanında Anadolu Üniversitesi’nden arkadaşlarımızla birlikteyiz.
Vilnius Üniversitesi’nin dillere destan olan kütüphanesinin kapısı önünde. Kapıda çok ilginç motifler yer alıyor.
Barok tarzı, kırmızı tuğladan yapılmış yanyana iki kilise, St. Peter ve St. Paul.
Klaipėda şehrini tek başıma ziyare ettim. Kente otobüsle ulaştım. Sahile yakın bir yer. Okyanusa ilk çıkan gemilerini temsil eden geminin önündeki köprüdeyim. Klaipėda tren istasyonunun önünde bizdeki “Hadi köyümüze geri dönelim.” anlayışını anımsatan türde eski dönemden anne ve çocuk heykeli.
50 binden fazla haçın her türlüsünün bulunduğu Haçlar Tepesi’ndeyiz.
Gezinin bu kısmında, yaşları bir asrı geçen ahşap evlerden oluşan tipik bir köye gittik. Köyün önündeki ahşap işçiliğini gösteren kartalın yanındayım.
Litvanya'nın eski zenginlerinden birinin şato gibi evini ve akıl almaz bahçesini ziyaret ederken...
Bir minibüs kiralayıp ekip olarak Letonya’yı bir günlüğüne ziyaret ettik. Riga; kaldığımız yere 130 km mesafede. Old Town’ı görülmeye değer. Merkezde bulunan 12.yy yapımı Dome Katedrali bakımda.
Meydandan etrafa bakınca rüya kenti gibi. Riga, “çiçekler arasında” ya da “parklar içinde” bir şehir olarak adlandırılıyor. Şehrin sembolü ise "kara kedi". Her yerde bir kara kedi figürü karşınıza çıkıyor.
Genç girişimcilerin sürdüğü iki kişilik bisiklet ile Elisabeth ve Albert Caddelerine gittik. Art Nouveau eserleriyle dolu iki meşhur cadde. Bunların çoğu elçilik binası olarak kullanılıyor.
Klasikleşen kafe-pastane Black Magic önünde sıra beklerken ve içeride en sonunda kahvemizle harika pastamızı yerken.
Belediye binası olarak kullanılan, ihtişamıyla göz dolduran Town Hall’un önündeyiz.
Riga’yı ikiye bölen Daugava Nehri’nin meşhur köprülerinden birinin manzarası önündeyiz.
Evlenmeye hazırlanan bir genç kız ve arkadaşlarının özel kıyafetleri içinde bekarlığa veda kutlaması.
Baltık kenarında sayfiye yeri olan ve büyük, güzel evleriyle şöhrete erişen Jurmala’nın sahilinde, sembolleri olan kamplumbağanın önündeyiz. Sarı kum ve sözünü ettiğim büyük ve güzel evlerden biri.
Üniversite'nin dünyanın her tarafından gelen çiçek ve bitkilerle oluşturulan botanik bahçesinde verilen veda pikniğindeyiz.
Akşam veda toplantısında dans, canlı müzik ve güzel yemekler eşliğinde vakit geçirdiğimiz açık alan ve eğlence yerinde ilk dansı yaparken.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
2011 yaz tatilimiz esnasında Hipokrat'ın memleketi olarak anılan ve İstanköy olarak da bilinen Kos Adası'nı ziyaret ettik. Kos, bugüne kadar yaşatılmış olan çok büyük ve ulu ağaçları, eski meydanı, camileri, kalesi ve saat kulesi ile tarihi dokusu bozulmamış şirin bir Ege adasıdır. Özgürlük (Eleftheria) Meydanı'nın yanında olan Agora pazar yeri ve Osmanlı Dönemi'nden kalma camileri, güzel kumsallarıyla birlikte görülecek ilginç yerlerdendir. Aşağıda bu gezimiz esnasında çektiğimiz fotoğraflarımızı sizinle paylaşıyorum. Zevkle incelemeniz dileğiyle...

Yolculuğumuz başlangıcındayız. Arkamızda Turgut Reis Marina...
Kıyıya çıktığımızda bizi karşılayan yaşlı ve heybetli ağaç ile bir pozumuz...

Hipokrat ile özdeşleştirilen ve bu yüzden Hipokrat Ağacı olarak anılan ağacın önündeyim.

Meydana giden yol üzerindeyiz.

Özgürlük Meydanı'ndaki Defterdar Camii önünde...

Bütün restoranı çepeçevre saran ihtişamlı ağacın gölgesinde kılıç balığı, uzo ve biz.

Kos'un kendine özgü taş merdivenlerinin güzel bir örneği üzerinde eşim Ferhan'la birlikte...

Kale ile tarihi bina arasını birbirine bağlayan köprünün altında dinlenirken... Sol tarafta gerçek sünger satan bir satıcının tezgahını görebilirsiniz.

Saat kulesinin önündeyken...
Kalenin önündeyim.

Kalenin girişindeki köprünün üzerinde...

Osmanlı'dan kalma camilerden birinin görülebildiği kafede soğuk frappelerimizi içerken...

--------------------------------------------------------------------------
7-11 Haziran 2011 tarihlerinde Guarda kentinde yapılan kongre için gittiğim Portekiz'de, Guarda'ya otobüsle üç saatlik mesafede yer alan Porto kentinde kaldım.
Porto; katedralleri, kiliseleri, dik yokuşları, parkları, Douro nehri, şarap mahzenleri, köprüleri, taş kaldırımları, mavi fayansları, pencerelerinden çamaşır sarkan evlerin olduğu dar sokakları ile hafızalara kazınan, eskiliğine rağmen doğallığını korumuş, kendine özgü bir şehir. Aşağıda çoğunluğu Porto'da çekilen fotoğraflarımı sizlerle paylaşıyorum...

Porto'da otelimin yanından yürüyünce karşımıza çıkan bir kilise ve turkuaz renkli fayansları...

Çarşıda Portoluların tarihi- kültürel miras olarak gurur duyduğu Majestic pastanesi önünde bir resmim.Eski gemicilerin kendileri için yaptığı alışveriş yeri olarak kullandıkları Bolhao isimli pazar yeri.

Özgür ve sevgili eşi Vera ile birlikte Porto’da ilk kez balık yerken... Yediğimiz balık Bacalhau; neredeyse adam boyunda, kuzey denizinde yakalanan ve bizdeki hamsi gibi 100’e yakın çeşidi yapılarak yenilen lezzetli bir balık. Douro Nehri’nin kuzeyindeki Minho bölgesinde üretilen, erken hasat üzümlerinden yapılmış, tadına doyamadığım ve yanımda bol bol getirdiğim beyaz renkli Vinho Verde şarabını yanında içerken...

Via Catarina alışveriş merkezinde en üst kattaki yiyecek yerleri postmodern bir anlayışla otantik biçimi andıracak tarzda yapılmış. Bu alışveriş merkezinin bir önemli özelliği de Porto’nun en işlek alışveriş caddesi üzerinde üç girişi bulunması ve bu girişlerin tamamının caddeye sıfır konumda olması. Ancak içeriğe girdiğinizde çok büyük bir alışveriş merkezi olduğunu anlayabiliyorsunuz.

Kongrenin yapıldığı Guarda kent merkezindeki kilisenin önü.

Guarda ara sokakları... Her biri el sanatları dükkanları, kafeler ve restoranlardan oluşan bu ara sokaklardan biri.Guarda kathedralinin önündeyim.

Porto’da kaldığım otelin karşısında bir aile işletmesi olan balık restoranında bana her akşam nefis şaraplar eşliğinde değişik balıklar öneren sevgili Pinto ile birlikte bir resmimiz...

Belediye sarayı ve önündeki kutlama ve sergilerin yapıldığı meydan.

Özgür ile birlikte Torre de Clerigos kulesine çıkıp Porto’yu seyrediyoruz. İstanbul'daki Galata Kulesi'ni andırıyor...
Porto Üniversitesi Rektörlüğü'nün yanında yer alan Piolho (Türkçede "bit" anlamına geliyor.) meydanındayım. Burası gençlerin buluşma yerlerinden. Fotoğrafın sol tarafında kalan camlı bölmenin arkası ise meydanla aynı isme sahip çok ünlü bir kafe. Bu kafenin spesiyali ise Porto'ya has Fransezinha isimli yemek.

Portoluların çok ilginç buldukları ve gurur duydukları yeni mimari tarzında yapılan bir yapı: Casa de Musica.
Fotoğrafta tam olarak çıkmamasına rağmen aslanın kartalı ezip esir almasını sembolize eden anıt. Bu anıttaki aslan Cumhuriyetçilerin, kartal ise Monarşinin simgesi. Anıt, Boavista kavşağında yer alıyor.

Üstü açık gezi otobüsü ile yaptığımız tur esnasında bir fotoğrafım: Okyanus kıyısında, ön tarafı düz ve uzun bir kumluk sahil olan Castelo do Queijo isimli kalenin önünde.

Rektörlük binasının önünde Porto’da çok sık gördüğümüz parklardan biri.

Eskiden hapishane olan ve şimdilerde fotoğraf enstitüsü olarak kullanılan binanın önündeki meydanda bir resmim.

İstanbul'daki Karaköy ve Galata sokaklarını andıran Porto’nun meşhur ara sokaklarından birinde Özgür ile birlikte...

Nehrin karşı kıyısı Gaia'da bulunan şarap mahzenleri ve isimleri...

Eiffel tarafından çelikten yapılan ve 1886 yılından bu yana hizmet veren Porto simgesi meşhur Dom Luis köprüsü...

Riberia kıyısında yürüyüş ve dinlenme yeri olarak kullanılan yol ve üzerindeki gelenekselliği yansıtan Porto’nun meşhur çamaşır asılı evleri.

Porto’nun meşhur şarap mahzenlerinden biri olan Caves Calem’de Porto şaraplarını yerel müzik Fado eşliğinde tadarken...

Porto'da Sao Bento garının her biri tarihi bir hikaye anlatan mavi fayanslarla süslenmiş giriş kısmı...

Fanatik bir Porto taraftarının balkonlu evi.

Merkezde Porto’yu tepeden gören Se Catedral kilisesi. Buradan kızlarıma hatıra olarak altına benzeyen madeni paralardan hediye aldım...

Bütün eski dönem kiliselerinin yanında dikkatimizi çeken önemli bir yapıt: Cedofeita Kilisesi.

Nehir turundayız.

Riberia'daki St. Francis Monument kilisesi: İhtişamlı bir ağaç oyma sanatının şaheseri.

Fotoğraf izni olmamasına rağmen giriş kısmında bir iki resim çekebildik. Kilisenin içi inanılmaz bir şekilde aşırı süslemeli olarak yapılmış. Barok yapıda, oldukça ihtişamlı.

Porto’nun nehir kıyısına inen meşhur dar ve dik yokuşlu sokaklarından biri.

Orijinal adı Jardins Do Palácio De Cristal olan Kristal Saray Bahçeleri parkından akşam saatlerinde nehrin muhteşem görüntüsü...

--------------------------------------------------------------------------------
-

Sevgili dostlar,


Uzun zamandır düşündüğümüz, ancak 2011 yılı Şubat ayının 3 ile 11’i arası gerçekleştirebildiğimiz Küba seyahatinin fotoğraflarının bazılarını sizlerle paylaşıyorum.


Yorgun, yoksul ve yıpranmış ama mutlu insanların yaşadığı, dans, müzik ve ihtilaller ülkesi olan Küba’ya 23 saati aşan bir yolculuktan sonra varabildik. Havana’nın Miramar semtinde bulunan Occidental Hotel’e gece vardığımızda yorgunduk; ancak, odamıza yerleştikten sonra lobiden gelen canlı Küba müziğini dinlemek için hemen aşağı indik. Altı genç bayandan kurulu ‘Las Chikas del Sol’ grubunu dinlemeye ve müzik eşliğinde dans etmeye başladık. Hiç şüphesiz içki olarak ilk mojitomuz yanımızdaydı.


Küba'nın enfes kokteyllerinden biri olan 'mojito'nun tarifini sizlerle paylaşmak istiyorum: Taze nane, bir kaşık bal veya esmer şeker ile birlikte tahta kaşık ile ezilerek birbirine yedirilir. Rom, limon suyu, tercihen acı limon (lime) ve maden suyu eklenir. Soğuk olarak (istenirse buz konarak) servis edilir.


Ertesi gün Havana şehir turuna başladık. Devrim Meydanı göreceklerimiz arasında ön sıralardaydı. 1 Mayıs törenleri ve Fidel Castro’nun Küba halkına canlı konuşmaları bu meydanda gerçekleştiriliyormuş.


Meydanın kenarında Coco taksiler turistlere hizmet etmek için bekliyorlar. İsmini, hindistan cevizinden (coconut) alan bu ulaşım aracının yanında diğer ulaşım araçları, bisiitaksiler olarak adlandırılan üç tekerlekli bisikletler ve çoğunluğu 1950 ve 60lı yıllardan kalan ve Küba’nın sembolleri arasında yer alan Amerikan arabalarıdır.


Tura katılanlarla 6 coco taksi kiralayıp, Malecon adlı 8 km uzunluğundaki ve insanların buluştuğu, vakit geçirdiği sahil şeridi olan kordon boyundan geçerek Havana'da bir şehir turu yaptık. Herbiri sanat eseri olan mezarların bulunduğu meşhur mezarlığı ziyaret edebilme olanağı bulduk. Bol bol mazot kokusu solumamıza rağmen buna değdi.


Ferhan Coco taksi içerisindebenim fotoğrafımı çekerken dostlarımızdan Hüseyin Bey de bu anı yakalamış...


Devrim meydanındayız. Gri mermerden 130 metre uzunluğunda olan ve kesiti 5 yıldız görünümünde olan uzun taş anıtın önünde Küba’nın ulusal kahramanı Jose Martin’nin heykeli bulunmaktadır. Che’nin silüetinin bulunduğu ve Tarım Bakanı olarak çalıştığı binanın önünde Ferhan ile birlikteyiz.


Jose Martin'nin pek resmine ve hediyelik eşyasına rastlamadık. Castro'nun da yok. Sorduğumuzda evlerde daha fazla olduğu söylendi. Che ise, aklınıza gelebilecek her yerde var.


Devrim Müzesi, Merkez Park, Parlamento Binası gibi yerlerden sonra Katedral Meydanı’ndayız. Yerel giysiler içerisinde fotoğraf çektirmek için bekleyenlerden en tipik olabileceğine inandığım bir Kübalı ile resim çektirdim.


Rom ve puro fabrikalarını ziyaretten sonra yolda park etmiş güzel bir Amerikan arabası ile hatıram olsun istedim.


Havana’da Fuar Alanı olarak bilinen ve hediyelik eşya satışının yapıldığı yerin girişinde eskiden şeker kamışının taşımasında kullanılmış olan trenin lokomotifinin önünde.


Havana’nın en güzel ve canlı caddelerinden biri olan Calle Obispo’da Ernest Hemingway’ın gittiği ve heykelinin bulunduğu barda mojito içerken...


Ferhan ve ben, Kübalı ressamlar tarafından yapılmış deniz kabuğu'ndan dinozorlara ve oradan insana geçişi anlatan resimlerin önündeyiz.


Tütün ve puro üretim merkezi olan Pinar Del Rio ve Vinales turunda mağara içini ve doğal gölü bot ile geçerken Küba’dan aldığım hasır şapka ile bizden sonrakileri selamlıyorum...


Vinales’teki 1.5 km uzunluğundaki ve adı Yerli Mağarası olarak bilinen mağaranın çıkışındaki cennetteyiz.


Ziyaret ettiğimiz rüstik çatılı tütün kurutma evlerinin bolca görüldüğü bir tütün tarlasını ziyaretimizde, ev sahibinin Küba’da meşhur olan sallanan koltuğundaki keyifli anlarım...


Montemar Park’ta Castro tarafından korumaya alınarak timsahların üretilmesine ve ziyaretine açılan timsah çiftliğindeyiz.


Hızlı bot ile yerlilerin yaşadığı hazine adasına giderken... Adını İspanyol istilası sırasında yerlilerin hazinelerini bu göle atarak saklamasından alıyor. Ancak İspanyollar yerlileri konuşturarak hazineleri buluyorlar. Adada yerli yaşamı anlatan bir iki kulübe var. Gezimizde, sadece o bölgedeki yerliller tarafından daha sert içimi olan yapılan geleneksel Stantero Rom'lu kokteyli içtik.


Yeri gelmişken değinelim; devrimden sonra ülkeyi terk eden Bacardi ailesi tarafından bulunan ve şeker kamışı suyundan yapılan rom içkisinin, 4-5 aylık iken kokteylerde kullanılması, 3-5-7 yıllıkları artık konyak haline geldiğinden tek başlarına içilmesi önerilir.


Şimdilerde şehir kulübü olarak kullanılan koloni döneminden kalma binada hizmet veren Cienfuegos isimli restoranda öğle yemeği yemeden önce.


Gezdiğimiz altı şehirden birinde yer alan ve Küba'nın yedi limanından biri olan şeker ihraç merkezi Cienfuego Bölgesi’nde harika manzarası ile Palacio De Vale (De Vale Sarayı) önünde.


Cienfuegos’taki tarihi Tomas Terry Tiyatrosu’nun önündeki parkta sempatik ve gururlu iki bayan ile birlikteyiz...


Güzel ve romantik Trinidad kentinde, hediyelik alışverişimizin arasında bizi evine davet eden nazik Kübalı bayanın evindeyiz.


İşte Trinidad’ın meşhur dans okulu Casa Musica 'nın önündeki büyük meydanda Ferhan ile çoşkulu orkestra eşliğinde salsa yapmaya çalışırken...


Trinidad’da CanChanChara içmeye gittiğimiz yerdeki puro yapıp satan Carlos bana puro ikram ederken...


Size çok güzel bir adı ve tadı olan, rom ile yapılan CanChanChara (kançançara) kokteylinin tarifini veriyorum: Doğal limon suyu, istediğiniz miktarda rom, bal, maden suyu ve az miktarda kırılmış buz, toprak bir bardak içinde ince tahta kaşık ile karıştırılarak servis edilir.


Che’nin ve arkadaşlarının mezarlarının bulunduğu anıt mezarın önündeyiz. Anıt mezarların ön cephesinde 14 sağda, 14 de solda olmak üzere 28 adet palmiye ağacı, tam arka tarafında ise 67 adet palmiye ağacı, doğum ve ölüm tarihlerini belirleyecek şekilde dikili bulunmaktadır.


Santa Clara Komünist Partisi binası önünde elinde küçük bir çocuğu özgürlüğe taşıyan Che heykeli.


Havana’ya iki saat mesafede, sol elin işaret parmağı biçiminde bir yarım ada olan Varadero'da, turkuaz renkli denizi ve beyaz kumlarıyla meşhur olan sahilde Ferhan ve ben...


Kaldığımızın ikinci gününde denize girebildik.


Üstü açık gezi otobüsü ile şimdi restoran olarak kullanılan Alcapon’ın evini, DuPont ailesinin şimdi otel olarak kullanılan evini, karşı tarafta Don Kişot adlı güzel bir yel değirmeninin bahçesinde bulunan çok lüks bir İspanyol restoranını gördük. Lüks, temiz ve pahalı golf resort otellerinin arasında Amerikan Plaza adlı iklime uygun, yatay inşa edilmiş yarı açık alışveriş merkezini gördük.


Varadero’da oteldeki yemek sırasında müzik yapan Kübalı müzisyenlerle birlikteyiz. Gündüz barmenin tarifini verdiği iki güzel kokteylin tarifini sizlerle paylaşmak istiyorum.


Cuba Libre: Kola, esmer şeker, limon suyu, rom, kırılmış buz karıştırılarak martini bardağı ile servis edilir.


Daiquiri: Esmer şeker, rom, limon suyu, ananas likörü, maden suyu, ince kırılmış buz karıştırılarak martini bardağında servis edilir.


Havana 'nın hemen karşısında olan ve deniz altında yapılmış yoldan gittiğimiz adadaki Kazablanka tepesinde bulunan, 18 metre yüksekliğindeki ve devrimden önceki yönetici olan Batista’nın öğrenci isyanından kurtulması üzerine eşi tarafından yaptırılan İsa heykeli önünde grubun toplu bir fotoğrafı...


En eski yerleşim yerlerinden biri olan Vinares manzarası...




Son gece sevgili rehberimiz Tülin Uğurlu bizi haberdar ettiğinde havalara uçtuğumuz ve Amerikan Plaza’da canlı olarak dinlediğimiz Buena Vista Social Club’ın müthiş konserinin hatırası. Seyircileri çoğunlukla Kanada olmak üzere, Kolombiya, Şili, Meksika, Fransa ve İspanya’dan gelen kişiler oluşturuyordu.



Varadero’dan çıkıp, Havana havaalanına giderken mola verdiğimiz ve müthiş manzarası ile hayran kaldığımız Bacunayagua köprüsü... Küba’nın en güzel Pina Colado’su burada içiliyor.


Buradaki Pina Colado’nun tarifini sizlerle paylaşmak istiyorum: ananas, hindistan cevizi suyu, süt, esmer şeker ve rom güzelce karıştırılarak içilir. İstenirse az miktarda içine kırık buz parçaları atılabilir.


Müzik ve dansla kendi iç dünyasını yansıtan, yüksek dayanma gücünü bunlardan alan ve geçmişi günümüze taşıyan Küba ve halkını gönlümüzde her zaman taşıyacak bir anı ile yolculuğumuzu bitirdik.

-------------------------------------------------------------------------------- Dağınık masamın arkasında çalışan ben. Sevdiklerim ve ben.

Dostlarla birlikte (Benim piyano çalmamı dinlemeye zorlarken)




Bursa Pazarlama Zirvesi sonrasında İş&Güç Dergisi için poz verirken.



İzmir Ulusal Reklam Sempozyumu (20-21 Mart 2003)



3 Mayıs 2007 tarihinde 4. Satış Zirvesi’nde “Kilit Müşteri Yönetimi” sunumunu yaparken.



2006 yazında 17 günlük Güney Avrupa turundan görüntüler:


Venedik’te Ağustos ayının sıcağına rağmen kanallardayız.



Salvador Dali müzesi önünde, İspanya.


Monaco Kraliyet Sarayı’nın önündeki alandan marinaya bakıyoruz. Arkada, Aziz Atatürk’ün yatı Savarona demirli.


Gondol sefası öncesi, Venedik-İtalya.

Gondol sahibi sevgili Fabio kıyıya bizi almaya yanaşırken, Venedik-İtalya.


İtalya’dan Yunanistan’a geçerken feribot güvertesinde denizi seyrederken.


Corinthia Kanalı'nda kızlarım Sanem ve Özüm güvertede. Aybastı Festival Resimleri (02-03 Temmuz 2007) 2008 Yazı - Kolesterol Kaçamakları


Ailemle birlikte.


2008 Ramazan Bayramında Şirince



Ferhan'la uzun zamandır düşündüğümüz Balkan Turu'nu 17-24 Ekim 2009'da gerçekleştirdik. Beş Balkan ülkesini gezdiğimiz bu keyifli gezinin fotoğraflarını sizlerle paylaşmak istedim.


Saraybosna'da Bosna-Hersek'in ilk cumhurbaşkanı olan Ali İzzet Begoviç'in mezarının önündeyiz. Söylendiğine göre cenaze törenine dünyanın dört bir yanından gelen 1 milyon kişi katılmış.


Mezarlığın tam karşısındaki çiçekçinin önündeyiz.

Saraybosna'da Boşnak börekçisinde kıymalı-peynirli böreklerimizi ve Boşnak mantımızı beklerken.


Gezinin ikinci gününde Mostar Köprüsü önündeyiz.



Dubrovnik Kalesi içinde sabahları kurulan pazar yerine yakın bir kafede kahvelerimizi içerken.


Kosova'dan sonra en genç devletlerden birisi olan Karadağ (Montenegro) sahil kenti Budvar'da kale içindeki eski kilise önünde.

Birinci Kosova Savaşı'nda hançerlenerek öldürülen I. Murad'ın türbesi önünde, bu türbenin 400 yıldır bakımını ve korumasını sağlayan ailenin kalan üyesi ile birlikteyiz.


Bu gezi sırasında, büyük kızım Özüm'ün küçükken iç savaştan etkilenerek Kosova'yı hiç görmeden yazdığı bir şiiri de buradan paylaşmak istedim.


Kosova'lı bir çocuk var ta uzakta


Onu görüyorum


Hissediyorum yüreğindeki acıları


Biliyorum onun orada olduğunu


Korkuyor karanlıktan


Kosovalı bir çocuk var ta uzakta


Biliyorum onun orada olduğunu


Okuyorum aklından geçenleri


Üzülmemek elde değil


Çünkü seviyor yaşamayı


Üsküp'ü ikiye bölen Vardar Nehri üzerine Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan taş köprü önündeyiz. Bu vesileyle, Yahya Kemal Beyatlı'nın da Üsküp'le ilgili bir şiirini sizlere hatırlatmak istedim.


Kaybolan Şehir


Üsküp ki Yıldırım Beyazıd Han diyarıdır,


Evlad-ı Fatihan'a onun yadigarıdır.



Firuze kubbelerle bizim şehrimizdi o,


Yalnız bizimdi, çehre ve ruhiyle biz'di o.



Üsküp ki Şar-dağ'ında devamıydı Bursa'nın,


Bir lale bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.



Üç şanlı harbin arş'a asılmış silahları,


Parlardı yaşlı gözlere bayram sabahları.



Ben girmeden hayatı şafaklandıran çağa,


Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa.



İsa Bey'in fetihte açılmış mezarlığı,


Hulyama ahiret gibi nakşetti varlığı.



Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin


Üsküp bizim değil? Bunu duydum için için.



Kalbimde bir hayali kalıp kaybolan şehir!


Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir!



Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,


Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.



Yahya Kemal Beyatlı


Rumeli Gecesinde gruptaki diğer arkadaşlarla birlikte Balkan müzikleri eşliğinde eğlenirken.




Muhteşem iç ve dış süslemeleriyle Alaca Camii (Makedonya) içindeyiz.


Kalkandelen'de Bektaşi Harabati Baba Tekkesi'nde Baba Mondi ile birlikte.

Manastır'ın ortasında var bir havuz Bu yurdun kızlarının hepsi de yavuz Manastır'ın ortasında var bir çeşme Bu yurdun kızlarının hepsi de seçme. Şiirde söz edilen havuz ve çeşme aşağıdaki fotoğraftaki havuz ve çeşme. Manastır'da Atatürk'ün geçişini pencere ve palkonundan izleyen Eleni'nin evi fotoğrafta yer alan sarı bina. Şimdi müze olarak kullanılan, Atatürk'ün mezun olduğu Askeri İdadi. İttihat ve Terakki'nin en ünlü 3 simasından biri olan Fransız hayranı Resne'li Niyazi'nin Versailles Sarayı'nın küçük bir modeli olarak yaptırdığı saray.
İncileri ve kırmızı alabalıklarıyla meşhur sayfiye yeri Ohrid Gölü kenarında.
Burada bile pazarlamadan kaçamayınca bari bir hatıra fotoğrafı çektirelim dedik :)

3 yorum:

Unknown dedi ki...

Sevgili Hocam,
memleketimden manzaraları keyifle izledim, çok güzeldi. Umarım birlikte yine gideriz.

Yavuz Odabaşı dedi ki...

Teşekkürler sevgili İbrahim,
Ben de dört gözle buraları seninle birlikte tekrardan gezmeyi bekliyorum.

nevcivan dedi ki...

Merhaba,ilk kez bloğunuza girdim.Meğer ben sizi çok özlemişim...Ankara'ya gelsenize;misafirim olun,bahçede balık-rakı yaparız.Bunu tüm samimiyetimle söylüyorum.Hem yeni bir tatil planı yaparız.Sizinle seyehat etmek çok keyifli.Hepinizi özlemle öpüyorum,görüşmek ümidiyle...