30 Kasım 2011 Çarşamba


Cumhuriyet Gazetesi Bilim-Teknoloji Dergisi'nin 25 Kasım 2011 tarihli sayısında yayımlanan "Neden Demokratik Üniversite?" başlıklı yazımı sizlerle buradan da paylaşmak istedim.

Keyifli okumalar diliyorum.

NEDEN DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE?

Üniversitelerdeki yönetim anlayışı ve uygulamaları konusundaki tartışmalar sürüyor. Özgür ve demokratik üniversite arzusu ise gittikçe daha çok önem ve zorunluluk kazanıyor. Bunun nedenlerini anlamak ve yapısal değişiklikleri sağlam temellere oturtabilmek için üniversitelerin dünyada ve ülkemizde geçirdiği evreleri iyi analiz etmeli. Bu evreleri premodern (ulus-devlet öncesi), modern (ulus-devlet dönemi) ve küresel (ulus-devletin bir kolu, uzantısı) olarak üç ana yapıda incelemek olanaklı.

Klasik dönem olarak da bilinen İlk dönemlerdeki üniversite kavramı ve uygulaması 700 yıl öncesine kadar uzanır. Bu dönemdeki üniversiteler, hazine olarak kabul edilen bilginin korunması gerektiği düşünülen ve bilginin sınırlı sayıda insanın elinde olduğu ve kitlelerden uzak tutulmasına çalışılan yerler idi. Uzun yıllar süren not tutmalar, tekrara dayalı yöntemler, hem eğitimde hem de araştırmada geçerli idi. Metin okuma, temel yaklaşımdı. Hiç şüphesiz yönetim usta-çırak ilişkisinde loncavari, otoriter, merkezi ve hiyerarşik dokunulmazlıklar içeriyordu. Bologna ve orta çağda Paris üniversitesi eğitim misyonları ile en prestijli ve diğer Avrupa ülkelerine model olan üniversiteler idi.

Erken dönem modernizmde hümanizm, Avrupa ve Latin Amerika’da kök salmaya başladı. Bilindiği gibi hümanizm; birey, özgürlük ve değerlere önem veriyordu. Bu dönemi izleyen yeni hümanist Alman üniversite modeli, Humboldt tarafından doktrine edildi ve özgün araştırmayı ve akademik özgürlüğü teşvik etti. Rönesans dönemi İtalyan üniversiteleri de Humboldt tipi Alman üniversitelerini model aldı. Katı ve askeri bir disiplin ile kendi kendini yönetme ve ilimde demokratik karar süreci yoktur anlayışı hâkim idi. Rektör, birliği sağlamak için fakülteler arasındaki çatışmaları, uzlaşmazlıkları yöneten iktidar sahibi otoriter kişilerdi. Bu anlayış, geç modernizm dönemine kadar etkisini sürdürdü. Böylece, ilk devrim niteliğindeki değişim olan araştırma ve eğitim birlikteliği üniversite anlayışında ve uygulamalarında egemen oldu.

İkinci dönem, bağımsız ulus devlet koşullarında ulusallaştırma, devletleştirme ve ulus devletin ihtiyaçlarına cevap verecek toplumsal hizmetlere odaklanan üniversite yapılanmasına şahit oluyor. Erken dönem Batı Avrupa üniversiteleri İngiliz, İspanyol, Fransız ve İtalyan kent devletleri monarşileri gibi ülkeler ve Latin Amerika ülkeleri, hükümetlere hizmet için üniversitelerin ulusallaştırılmasını yaşadı. Devletleştirme ise, ABD ülkelerinde yaygınlaştı. Kamu hizmeti misyonu, ABD de 1800’lerin sonunda yaygınlaştı ve ulus devletin bireylerine hizmet misyon olarak kabul gördü. Bu anlayış, demokratik üniversite anlayış ve uygulamalarının temelini de attı. Bu yapısal oluşum ülkemizde üniversite oluşumuna da model oldu.

ÜÇÜNCÜ DÖNEM ÜNİVERSİTELER

İçinde bulunduğumuz dönem ise ikinci devrim niteliği taşıyor. Uluslararasılaşmayı misyon olarak gören ve küresel rekabet içinde yer almada ortam kolaylaştırıcı olma görevi üstlenen üniversitelerin eğitim, araştırma işlevlerine topluma hizmet işlevi de eklendi. Bilginin, öğrencinin, öğretim üyesinin, programların içeriklerinin hareketliliği ön plana çıkıyor. Eğitim ve araştırma konusunda esnek ve duvarların, engellerin ortadan kaldırılması ile özdeşleşmiş bir dönemi yaşıyoruz. Geleneksel işlevsellik ulusal düzeyden küresel düzeye farklılıklar gösterecek biçimde gelişme gösteriyor. Dünya modellerine uyum sağlamak ve küresel ilişkilerin ve eşgüdümün sağlanabilmesi için bu yöne dönüşüm kaçınılmaz.

Her bir dönem kendine has anlayış, uygulama, öncelik ve yönetim biçimlerine sahip oldu. Ancak günümüzde ülkemizde ve birçok Avrupa ve dünya üniversitesi özgür ya da totaliter devlet yönetimine sahip olunup olmaması fark etmeksizin ikinci dönemin özelliklerini taşıyor. Ulusun oluşmasında ve sanayileşmesinde, toplumsal dönüşmesinde gereken alt yapıyı, anlayışı, doktrini gerçekleştirmek için işlevler görme alışkanlığını sürdürmektedir.

II. Dünya Savaşı öncesi kapalı ulusal toplumlar ve mesleki sistemlerin istediği sınırlı sayıda bilim adamları, bunun yanında benzeşmeyi temel alan bir felsefede tek konuda uzmanlaşmış öğretmen, doktor, mühendis, asker, avukat, din adamı yetiştirmek ana amaç idi. Bilim, ulusal kalkınmanın ve küresel rekabetin motoru olarak günümüzdeki kadar önem kazanmamıştı. Yeni üniversite modeli, statik topluma ve iş piyasasına insanların uyum sağlamasına yönelik olmaktan, insan sermayesinin ulusal ve uluslaşması sosyo-ekonomik gelişmeye dönük olarak yetiştirilmesine döndü. Modernite bilgiyi disiplinlere ayırıp uzmanlıkları yaratmasına karşın, 21.yy daha çok farklı disiplinlerde bilgi sahibi olarak yaratıcılığı ve inovasyonu öne çıkartıyor. “Herkes için eğitim” anlayışının gelişmesi yaşanıyor. Bilimin gelişmesi ve toplumun bilimden doğrudan ve en kısa zamanda yararlanması, bilimselleşmesi, bilginin ve iletişimin demokratikleşmesi, üniversitelerin gelişmesine, dönüşmesine ve insan potansiyelinin zenginleşmesine neden oluyor. 1968 gençlik hareketi başta Avrupa ülkelerinin üniversitelerinde öğrencilerin ve diğer paydaşların temsil edilmelerine ve kararlarda etkili olmalarına neden oldu. Ülkemizde ise, tam tersine daha otoriter davranışlar ve uygulamalar gerçekleşmiş ve korunmacı bir anlayışla içe kapanma yaşanmıştır. 1933’deki reform; eğitim, öğretim, bilim ve araştırma çalışmalarının çağdaşlaşması amacını taşımaktaydı. Ülkemiz yükseköğretim sistemi “Modernleşme” sürecine girerek çağdaş ülkelerle aramızda bulunan açıklığın giderilerek ekonomik kalkınmamıza destek sağlanması amaçlanmıştır. 1963 yılında yapılan reform ile bu anlayış bir adım daha ileri götürülmeye çalışılmıştır. 1981’de gerçekleştirilen YÖK yasası ile başlayan uygulamaları “Akademik Dünyanın Merkezileşmesi” ve “Bürokratikleşme” olarak adlandırmak olanaklıdır ve ikinci dönem dünya üniversite anlayışına uygunluk taşımaktadır.

GELECEĞİN ÜNİVERSİTELERİ

Bu niteliklerdeki küresel aktör olabilecek uluslararası araştırma üniversiteleri geçmiş deneyimler ve alışkanlıkların çok uzağında oluşuyor. Küresel rekabet ortamında hem ülkemiz hem de dünya üniversiteleri; öğrenci, öğretim üyesi ve kaynak için uluslararası rekabet içinde. Ancak, geleneksel siyasal yapı, dil ve sınırların belirsizleştiği, zihniyet dönüşümünün ve yönetim yapısının değiştiği bir ortamda başarı gelebilecek. Tek seslilikten (bilmek ve yapmak) çok sesliliğe (kendini tanıma ve başkalarıyla bağlantı kurma) geçiş için özgür ve demokratik yönetim kaçınılmaz. Var olan bürokratik ve siyasal sistemler, zihniyetler, alışkanlıklar ve kurumlar bu dönüşümde en büyük engellerdir. İçe kapanık ve bilgi edinmeyi, bilgi aktarmayı ana işlev olarak gören ve mutlak emir ve eleştirilmesi olmayan doğru olarak sunulanları ezbere ve tekrara dayalı, sorgusuz –sualsiz itaat odaklı “biat kültürü” ne uygun bürokratik merkezi yönetim modeli, özgür ve demokratik yönetim modeline yerini bırakması başarı için gerekli olabilmektedir. Bilginin üretilmesinde olduğu kadar bilginin paylaşılmasında, dağıtımında, kullanılmasında ve yararlanılmasında da demokrasinin varlığını gerçekleştirmek kaçınılmaz görünüyor. Gücün iç ve dış paydaşlar tarafından paylaşılması, meslektaş saygısını yaratan, ortak karar almaları gerçekleştirecek demokratik, özgür bir kültürün yaratılması gereklidir. Demokratik bir yönetim, kişisel aydınlanmasını gerçekleştirmiş, özgür ve demokrat üniversite mensuplarının varlığını gerektiriyor. Yeni üniversite yönetim modeli de buna muhtaçtır.

Yazının yayımlandığı yer: Cumhuriyet Gazetesi Bilim ve Teknoloji Dergisi, 25 Kasım 2011, Sayı: 1288, S:18.

Hiç yorum yok: