Merhaba Dostlar,
Kısa bir tatil sonrasında sizlerle tekrar birlikte olduğuma çok seviniyorum. Aşağıdaki yazım, geçtiğimiz haftalarda Radikal2′de çıktı. Ancak, konunun önemi nedeniyle, ben bir kez daha burada da yayınlamak istedim. Görüşleriniz, önerileriniz ve katkıların çok önemli.Biliyorsunuz, bu kapı her zaman ve herkese açık.
18.’si düzenlenen Dünya Kupası büyük başarılarla bitti. Şampiyon İtalya olmasına karşı, en kazançlı ülke Almanya oldu. Ev sahipliği yapan Almanya’nın 25 milyar dolara varan bir ekonomik kazancının söz konusu olduğu ve Almanya 2006 organizasyon komitesinin muhteşem bir yönetim becerisi göstererek turnuvanın bir “karnaval” havasında geçmesini sağladığı ifade ediliyor. Ekonomik yarar ve başarılı organizasyonun getirdiği büyük gururun yanında, toplumda “bayrak” ve “vatan sevgisi” de, dünya savaşlarından bu yana görülmedik boyutlara erişerek, turnuva sonrasına damgasını vurmuş görünüyor. Bu muhteşem ve bir ay süren “spor karnavalına” aktif olarak katılan değişik ülkelerden gelen seyirci ve ziyaretçi milyonların yanında, üç milyar kişinin televizyonlar aracılığıyla maçları izlediği tahmin ediliyor. Öyle bir organizasyon ki, kazanmayanı ve mutlu olmayanı yok. Turizmcisi, reklamcısı, dünyaca ünlü spor malzemeleri üreticileri ve satıcıları, hediyelik eşya mağazaları, bira ve alkollü içecek şirketleri ve hatta maç biletlerini ellerinde bulunduran karaborsacılara kadar herkes önemli boyutta kazançlı çıkmış.
Fotoğrafın görünmeyen yüzü
Ancak dünyanın bu eğlence ve karnavalı deneyimini yaşayan mutlu insanlarının yanında, henüz çocukluklarını yaşamamış, eğlencenin ne olduğunu bilmeyen, hatta futbol maçı bile görmemiş yaşları 5 ile 15 arasında değişen, yaşından büyük sorumlulukları üstlenmiş çocukların farkına bile varılmıyor. Pakistan’ın kuzeyinde bir yerde bulunan ve küçük bir yerleşim yeri olan Sialkot, başta futbol topu olmak üzere spor malzemeleri konusunda bilinen, önemli bir merkez haline gelmiş durumda. 2006 Dünya Kupası için bedeli 200 milyon doları geçen bir futbol topu ihtiyacının siparişini gerçekleştirdi Sialkot. Sadece bu kent, dünya futbol topu üretiminin yüzde 85′ini yapıyor ve Pakistan’ın ulusal gelirine yılda ortalama 500 milyon dolarlık katkı sağlıyor. Tarihi gelişimine bakılınca, Sialkot futbol topu üretiminin yüzyıllık bir geçmişi ve deneyimi olduğu söylenebilir. İngiliz sömürgesi olunduğu zamanlarda, İngiliz askeri gücünün ihtiyacı olan futbol toplarını elle yaparak, dayanıklılığı ile ün kazanmaya başlamış bu yöre. Uluslararası ününü ise, 1982 Dünya Kupası’nda FIFA tarafından seçilen “Tango” adlı futbol topuna borçlu. Buradaki yaklaşık 40 bin kişilik spor malzemeleri üretimi işgücünün, dörtte birini çocuk işçiler oluşturuyor.
Benzer biçimde, Hindistan’ın Pencap eyaletinin Callandar kentinde çocuk işçilerin elleriyle üretilen ürünlerin ihracatı da Dünya Kupası ile artış gösterdi. Bu yöredeki pamuk işçilerinin durumuna çok benziyor futbol topu üretim biçimi. Ailenin tümü çalışıyor ve işin içine herkes giriyor. Bu bölgede de on bin çocuğun çalıştığı tahmin ediliyor. Futbol topu üretim merkezleri gibi algılanabilecek bu iki kentin başta yoksulluk olmak üzere, ortak yönleri çok fazla. Üretim biçimi “mikro aile işletmesi” olarak düşünebilir. Büyük ve çokuluslu firmaların taşeron şirketleri, fabrika olarak adlandırılabilecek tesislerinde futbol topunun parçalarının kesilmesi, bunları henüz dikilmemiş birer futbol topu kiti ve sonunda elle dikilmiş ürünlerin paketlenmesi gibi işlerle uğraşırlar. Diğer bütün işleri kendilerine çalışan alt taşeronlara devretmişlerdir. Bunlar, futbol topu dikişçileri ile taşeron arasında birer aracı olarak görev görürler. Köylerdeki evlere parçaları dağıtır ve bittikten sonra geri toplarlar. Kontrolleri de yapılan dikilmiş toplar, taşeronun fabrikasına gönderilir. İhraç fiyatı iki dolar civarında olan topların piyasa değerleri 150-300 dolar arasında değişiyor.
Neler oluyor?
İki az gelişmiş ülkenin, iki yoksul kentinin dünya futbol topu üretiminde vazgeçilemez bir öneme sahip olması dikkatlerin bu yöreye çevrilmesini gerektiriyor. El dikişi ve beceri gerektiren bir üretim biçiminde, kendileri açısından üretimi en düşük maliyetle yaptırabilmek büyük önem taşıyan uluslararası şirketleri için (işçilerin bir top için ortalama 50 cent kazandığı düşünülürse) birer çalışan ve çocuk olduklarını ve bu konudaki haklarının ne olduğunu bilmeyen ya da bilip de kullanmak istememe durumunda bırakılmış 5 ile 15 yaş arasındaki çocuk işçiler ne kadar önemli? Eğitimlerini yarıda bırakmış, ailelerinin yaşaması için çalışmak durumunda kalan binlerce çocuk. Yüzlerce dikiş atarak önüne konulan parçalardan top üreten çocuklar arasında görme bozuklukları, çalışma biçimlerinden kaynaklanan fiziksel rahatsızlıklar ve söz konusu ortamlardan kaynaklanan akciğer hastalıkları oldukça yaygın. Günlük olarak çalıştırılan ve parça başına ödeme yapılan çocuklar, kazandıkları ile fakirlikten kurtulma çabasındaki ailelerine destek oluyorlar.
Her iki ülkede de çocuk işçi çalıştırmaya karşı yasalar bulunmasına rağmen, uygulamalarda çok etkili davranılmadığı, yasa uygulayıcılarının ve kamu kuruluşlarının denetimlerini etkin biçimde yapmadıkları açıkça görülüyor. Düşük ücretler, otoriter hükümetlerin varlığı ve sendikaların güçsüzlüğü, büyük şirketlerin iştahlarını kabartırken, ülke içindeki taşeronlar da bunu kendileri için bir ekonomik fırsat olarak görüyorlar. Hatta, bu durumu yaratan büyük uluslararası markaların varlığını, buradaki çocuklar için bir şans olarak görenler de var. “Çocuk yaştaki işçilerin çalıştırılmalarını önlemenin en iyi yolu, bu ürünlerden daha çok satın almaktır” görüşünü savunanların sayısı da az değil. Onlara göre, bu yolla talep artacak, daha fazla üretilecek ve daha fazla kazanılacaktır. Yine aynı kişilere göre, çalışmamanın alternatifi olarak eğitime zaten gitmeyen bu kitlenin, yanlış ve kötü yollara sapmaları da bir parça olsun önlenebilir. Sonuçta, bu yolla yoksulluk düzeyinin üstüne çıkma şansı elde edebileceklerdir. Bu durumdan aile de, toplum da yararlanabilecektir. Öne sürülen bu sav o kadar da basit ve kolayca gerçekleşecek ya da kabul edilebilecek bir yapıda değil. Artan talep, çocuk işçiye yönelik talebin de artması demek. Bu döngü, toplam aile gelirini artırmak için daha çok çocuk sahibi olunması, daha çok esaret, kötü çalışma koşullarının ve işyerlerinin daha uzun süre devam etmesi, eğitimin daha da fazla aksaması ve eğitilmemiş işgücünün artması gibi sonuçları kaçınılmaz kılıyor. En kötü uygulamalardan biri de, daha çok sayıda çocuğun karaborsada satışının yaygınlaşmasıdır. İçinden çıkılması olanaksız gibi görünen tehlikeli bir yoksulluk sarmalına düşmek kaçınılmaz hale gelyor.
Tüketicilerin gücü yeterli mi?
Life dergisinin 1996 Haziran sayısında çıkan bir makale, çocuk işçilerin futbol topu üretimindeki durumunu anlattı. Yazıda adı geçen 12 yaşındaki Tarık anlattıkları ile herkesin gündemine oturdu. Yükselen tepkiler ve çoğalan yayınlar karşısında 1998′de FIFA, üretimde çocuk işçi kullanılmamasını ve uygun çalışma koşullarını şart koşan bir karar aldı. Ancak, yasalara ve kararlara rağmen arzulanan koşullara uyulmadığına yönelik örneklere hâlâ sıkça rastlanyor. Yasal ve bürokratik zorlamalarla çok fazla yol alındığını söylemek mümkün değil. Sorunun çözümünde en etkili unsurun tüketiciler olduğu artık anlaşılmış durumda. Etik değerlere, insan haklarına saygılı olmayan ve sahip çıkmayan şirketler boykot ediliyor ve dolayısıyla satışları düşüyor.
Etik Ticaret (Fair Trade) etiketi taşıyan ürünler, en azından bazı sosyal, ekonomik ve çevresel standartlara uyulduğunun belgelendiğini gösteriyor. Etik Ticaret Primi yoluyla yüzde 20′ye varan oranlarda daha fazla ödeme rızasını gösteren tüketici, çalışanlara, ailelerine ve o yörenin sosyoekonomik yapısına doğrudan katkıda bulunuyor. “Dünyanın neresinde ve hangi koşullarda üretilirse üretilsin” anlayışı üzerindeki tüketici baskıları değişimi hızlandırıyor. Birçok marka ve satış mağazası, ürettiklerinde ve sattıklarında çocuk işçi çalıştırılmadığını ve adil ticaret kurallarına uyulduğunu belirten işaretler ve yazılar koyma ihtiyacı duymaya başladı. “Yapacaksan doğru yap, yoksa yapma” baskısı, şirketleri Çin’e, diğer Asya ülkelerine ve Latin Amerika ülkelerine yöneltiyor. Şimdilik, taşeronlar aracılığıyla çocuk emeğinin maliyet avantajlarını insafsızca sömürmeye yönelik bu tür kaymalar ve yer değiştirmeler sürüyor. Ancak, tüketicinin farkındalığı ve duyarlılığı, olumlu yönlerdeki değişimi gerçekleştirebilecek gibi görünüyor. 10 Temmuz 2006 tarihli Radikal gazetesinde çıkan haberde yazıldığı gibi, hayatında hiç futbol maçı görmemiş, futbol topu işçileri olan çocukların, hep bir ağızdan “Dünya Kupası’nda Pakistan’ı yeneceğiz” demeleri oldukça ilginç ve düşündürücü. Daha da düşündürücü olanı ise, küresel vatandaşlık için hazır olmaya çalışan ülkemizdeki tüketicilerin ve perakendeci kuruluşlarının takındıkları vurdumduymaz tavırlardır.
(Radikal2, 23.07.2006)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder